SAYI : 2022/18
Hukuk sistemlerinde borç ilişkilerinin kaynakları gibi bu ilişkileri sona erdiren haller de birbirinden farklı düzenlenmiştir. Bunlardan biri olan ibra, ilk defa 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ayrı bir hukuki düzenlemeye kavuşmuş ve 132. maddesinde düzenlenmiştir. İbra, alacaklı ve borçlu arasında şekle bağlı olmaksızın yapılacak bir sözleşme ile kısmen ya da tamamen borcu sona erdirmektedir. Bu çalışmamızda, ibra sözleşmesinin hukuki niteliği, şekli, konusu ve ibra sözleşmesi hazırlanırken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar anlatılacaktır.
- Hukuki Niteliği ve Şekli
Borcun sona erme şekillerinden biri olan ibra, sözleşme olması sebebiyle tek taraflı hukuki işlemlerden (feragat gibi) ayrılmaktadır. Alacaklının tek taraflı olarak borçluyu ibra ettiği yönündeki irade beyanı yeterli olmayıp borçlunun da alacaklının ibra iradesini kabul etmesi gerekir. İbra alacaklının alacak hakkını ortadan kaldırır. İbra sözleşmesi bir tasarruf işlemidir. Bu nedenle geçerli olabilmesi için ibra edenin tasarruf yetkisi olmalıdır.
Yine ibra, sözleşme niteliğinde olduğundan Türk Borçlar Kanunu’nda sayılan hata, hile, ikrah ve gabin gibi iradeyi sakatlayan durumların varlığı halinde, ibra sözleşmesinin iptalinin talep edilmesi de mümkün hale gelmektedir. Bu sebeple ibra sözleşmesinde imzası bulunan kimse, iradesinin sakatlandığı iddiasıyla ibra sözleşmesinin iptalini isteyebilecektir.
İbra, borcu sona erdiren bir sözleşme olmakla birlikte kanun koyucu tarafından herhangi bir şekil şartına tabi tutulmamıştır. Her ne kadar ibra sözleşmesi, kanun koyucu tarafından şekil şartına tabi tutulmamışsa da istisnai olarak Türk Borçlar Kanunu m. 420/II gereğince, işçinin işverenden doğan alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin geçerliliği şekle tabidir. Tabi ki ibra sözleşmesinin herhangi bir şekle tabi olmaması, ispatı konusunda sorun yaratacağından yazılı yapılması, hukuki uyuşmazlıklar karşısında tarafları güvence altına alacaktır.
- Konusu ve Kapsamı
İbra sözleşmesinin konusunu bir alacak hakkı oluşturduğundan, bu alacak hakkının kaynağı önem arz etmeyecektir. Bu alacak hakkı, para dışında yapma ve/veya yapmama alacağı olabileceği gibi eksik borçların ibrası da mümkündür. Buna karşılık ayni haklar (mülkiyet hakkı ve sınırlı ayni haklar olmak üzere), yenilik doğuran haklar ve koruma yükümleri ibra sözleşmesinin konusunu oluşturmaz.
İbra, yalnızca sözleşmede belirtilen alacağı sona erdireceğinden, taraflar arasındaki diğer borçlara etkisi olmayacaktır. Başka bir ifadeyle ibra sözleşmesinin içerisinde bahsedilmeyen alacak ve muğlak olarak belirtilen borç yönünden ibradan söz edilemeyeceğini söyleyebiliriz. Bazı Yargıtay kararları, sözleşme içerisinde borç kalemlerinin tek tek gösterilmediği, miktar içermeyen, genel ifadeler içeren bir ibra sözleşmesinin geçersiz olacağı yönündedir. Bu çerçevede ibraya konu edilen borcun kapsamı net bir şekilde ifade edilmeyen, borcun miktarı belirtilmeyen, “Tüm borçlar sona ermiştir.” şeklinde genel ifadeler içeren ve tam olarak anlaşılamayan ibra sözleşmelerinin dar yorumlanacağını belirtmek isteriz.
İbranın kısmen veya tamamen olması da mümkündür. Borcun tamamen sona erdiği ibra sözleşmelerinde alacaklı, alacağının tamamı üzerinde tasarruf eder ve borcun tamamı son bulur. Aksi ispat edilmedikçe ibranın borcun tamamı için yapıldığı kabul edilir. Ancak kısmi ibra sözleşmelerinde ise alacağın belli bir kısmı üzerinde tasarruf edilir ve borç tasarruf edilen kısım kadarıyla sona erer. Bu sebeple ibra sözleşmesinde aksi kararlaştırılmadıkça asıl alacakla beraber rehin, kefalet, faiz, ceza koşulu gibi feri haklar da sona erecektir.
Örnek vermek gerekirse borcun ferisi olan faizin ibrası mümkün olup feri borcun ibrası, asıl borcun da ibra edildiği anlamına gelmez. Buna karşılık asıl borcun ibrasıyla feri borçlar son bulacaktır. Elbette asıl borç ibra edildiği takdirde feri borçların varlığını sürdürebilmesi için alacaklının, sözleşmede hakkını (örneğin faiz ve ceza koşulunun) açıkça saklı tutması ya da alacaklının hakkını saklı tuttuğunun hal ve koşullardan anlaşılması gerekir.
Bununla birlikte bazı alacakların mutlak olarak ibra sözleşmesine konu edilemeyeceğini ve bu haliyle ibranın geçersiz olacağından bahsetmek isteriz. Muaccel ve/veya müstakbel nafaka alacakları veya işçinin yıllık izin hakkı mutlak olarak ibra sözleşmesine konu edilemeyecektir. Zira hizmet sözleşmesi kapsamında TBK m. 420 uyarınca, işçilik alacakları için ibra sözleşmesi belirli şekil şartına bağlanmış; yazılı olması, sözleşmenin bitiminden en az bir ay sonra düzenlenmiş olması, alacak kalemlerinin teker teker ve eksiksiz olarak gösterilmesi ve ödenmesi gerektiği kanunen zorunlu kılınmıştır.
Diğer bir husus ise Karayolları Trafik Kanunu m. 111/1’de hukuki sorumluluğu kaldıran ve/veya daraltan anlaşmaların geçersiz olduğuna ilişkin hükümden yola çıkıldığında, KTK’deki sorumluluktan doğan müstakbel zararlara, alacaklara dair ibra sözleşmesi yapılması halinde sözleşme sakat olacaktır.[1]
- Özel Olarak Belirtilmesi Gereken Bazı Alacaklar
Özellikle sigorta hukuku kapsamında, ibra sözleşmesinde ayrıca belirtilmediği takdirde ibra edilmiş veya edilmemiş sayılabilecek alacak kalemleri olduğundan bunların sözleşmede özel olarak belirtilmesi gerekmektedir. Örneğin, sigorta şirketinden alınan para karşılığında sigorta şirketi ile yapılan ibra sözleşmesinde, manevi tazminat talebinin hukuken muhatap olmayan sigorta şirketine yöneltilmediği ve sözleşmede ayrıca ve açıkça manevi tazminat yer almadığında, “tüm zararlar” ifadesiyle verilen ibranın manevi zararı kapsamayacağıdır.
Bir diğeri aşkın zarardır. Sigorta şirketi tarafından zarar görene tazminat ödenirken imza altına alınan ibra sözleşmelerinde; sigorta şirketinin her türlü borçtan ibra edildiği, sigortalının hiçbir hak ve alacağının kalmadığını beyan ve kabul ettiği yönünde kayıtlar yer almakta ise de zarar gören alacaklının aşkın zararını talep etmesi halinde, alacaklı lehine karar verilebilecektir. Aşkın zarar borcun ferisi olarak kabul edilmediğinden, bağımsız bir ibra sözleşmesine konu olabileceği gibi asıl alacağın konu edildiği ibra sözleşmesinden doğan borcun ifasında temerrüde düşen kimse ikinci bir aşkın zararı ödemek zorunda kalabilecektir. Bu itibarla, sözleşmede aşkın zararın ibrası hususunda açık bir hüküm yoksa aşkın zarar ibra kapsamında değerlendirilemez.
Yine gecikme zararının da sözleşmede özel olarak belirtilmesi gerekir. Temerrüde düşen borçlunun, edimini geç ifa etmesi nedeniyle ortaya çıkacak gecikme zararını karşılamak zorundadır. Bu sebeple aynen ifa ile beraber gecikme tazminatı istenmesi durumunda, sadece asıl alacağın ibrası, ibra zamanına kadar doğmuş gecikme tazminatı alacağının ibrası sonucunu doğurmayacaktır. Yukarıdaki aşkın zarara dair açıklamalarımızın gecikme tazminatı için de geçerli olduğunu belirtmek isteriz.
Son olarak yargılama devam ederken sadece asıl alacak yönünden taraflar arasında ibra sözleşmesi imza altına alınmışsa yargılama giderleri ve karşı taraf vekalet ücreti ibra dışında kalacaktır. İbra sözleşmesinde buna dair ayrıca ve açıkça hüküm koyulması gerekir.
TBK’de “borcu sona erdiren haller” başlığı altında ele alınan ibra sözleşmesi, borcun ifa ile sona erme kuralının istisnalarındandır. Sözleşme içeriğinde açıkça manevi zarar, aşkın zarar, gecikme zararı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri yer almadıkça, alacaklı asıl alacaktan bağımsız olarak bu alacaklarını borçludan talep edebilecektir. Borçtan bağımsız olan alacaklar, ibra sözleşmesinde belirtilmezse ibranın kapsamında sayılmaz.
Konu ile ilgili olarak herhangi bir soru veya sorununuz olması halinde bizimle irtibat kurmanızı rica ederiz.
Saygılarımla,
Av. Yağmur İrem AKTAŞ
Dava Departmanı
[1] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi E. 2016/8924 K. 2019/3462 T. 25.3.2019: “Dava, trafik kazasından kaynaklı destekten yoksun kalma ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Karayolları Trafik Kanunu'nun (KTK) 111.maddesi uyarınca, tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasa'nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir. Yasada belirtilen 2 yıllık süre hak düşürücü süre olup, mahkemece re'sen dikkate alınmalıdır. Davalılar ... ve ... Ltd.Şti. vekilince cevap dilekçesi ekinde davacılar tarafından imzalanmış sulh ve ibra sözleşmesi sureti sunulmuş, mahkemece ibraname miktar içermediğinden ve açıkça davacılarca kabul edilmediğinden KTK'nın 111.maddesi kapsamında dikkate alınmamış, davalılarca da ödeme belgesi sunulmadığından davanın maddi tazminat yönünden kabulüne karar verilmiştir. Somut olayda, sunulan sulh ve ibra sözleşmesinde davacıların kaza nedeniyle sürücüye ve zorunlu mali mesuliyet sigortasına maddi ve manevi tazminat açmayacaklarını, sürücüden hiçbir alacaklarının olmadığını belirterek maddi ve manevi tazminat haklarından feragat ettikleri görülmüştür. Sunulan sözleşme mahkemece davacılar vekiline tebliğ edilmiş, davacılar vekili beyanında KTK'nın 111.maddesine dayanmıştır. Dosya içerisinde mevcut ceza dosyasında davacılar 04.05.2012 havale tarihli dilekçeleri ile sürücü ... hakkındaki şikayetlerinden vazgeçmişler, aynı dilekçede maddi ve manevi tazminatlarını tahsil ettiklerini, fazlaya ilişkin haklarından da feragat ettiklerini belirtmişlerdir. Bu durumda davacılara maddi ve manevi tazminat ödemesi yapıldığı açıktır. Mahkemece davacılardan yapılan ödemelerin miktarının sorulması ve "sulh ve ibra sözleşmesinde" imzaları bulunan davanın tarafları dışındaki kişilerin tanık olarak dinlenilmesi suretiyle davacılara yapılan ödemelerin tespiti ile hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatı miktarından düşülmesi için ek rapor alınarak karar verilmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”