SAYI : ÖZDERİN 2022/25
Sosyal güvenlik hukukunda sigortalıya veya hak sahiplerine iş kazası veya meslek hastalığı sebebiyle yapılan ödemeler ve bağlanan gelirler, kanunda belirli şartların varlığı halinde rücu edilebilmektedir.[1] Bu şartlar, kanunda işverenin ve üçüncü kişilerin sorumluluğu olarak tahdidi şekilde sayılmıştır. Kurum, yasada belirtilen bu hallerde sigortalıya veya hak sahiplerine yapılan ödemeleri ve bağlanan gelirleri sorumlulara rücu edebilir. Rücu edilebilecek kalemler masraf, ödemeler ve ilk peşin sermaye değeridir.
Sosyal Güvenlik Kurumunun rücu hakkı, uzun yıllardan beri tartışma konusu olmuş, bu konuyu düzenleyen mevzuatta sürekli değişiklikler yapılmış ve nihayetinde ilgili yasa maddesinin (Eski 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu) iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur.[2] Söz konusu tartışmalar daha çok kurumun rücu hakkının hukuki niteliği[3] ve rücunun parasal sınırına ilişkindir.
1. Rücu Hakkının Kapsamı ve Sınırları
Yargıtay ve diğer yüksek yargı makamlarının konuyla ilgili içtihatlarında en çok atıf yapılan madde, 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (“Kanun”) 21 ve 23. maddeleridir. Kurumun rücu yoluna gidebileceği kişiler ve haller, yukarıda da belirtildiği gibi kanunda tahdidi olarak sayılmıştır. Genel olarak kurum, Kanunun 21. maddesine göre işverene (md. 21/1), alt işveren ve işveren vekiline (md. 12) ve üçüncü kişiye (md. 21/4) karşı rücu yoluna gidilebilir. Fakat, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücu edilmesi mümkün değildir. ( md. 21/son)
Kanunda özel rücu halleri de düzenlenmiş olmakla birlikte, bu yazımızda esas konumuz iş kazası ve meslek hastalıklarından doğan (md. 21 vd.) kurumun rücu halleri olacaktır.[4]
İşverenin md. 21 uyarınca sorumluluğu “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse...” olarak düzenlenmiştir. Anılan madde ile işveren davalının, Kurumun rücu alacağından sorumluğu ancak kusurunun varlığı halinde mümkündür[5]. Görüldüğü üzere işverenin md. 21 uyarınca sorumluluğu kusur sorumluluğu olup işverenin kastı veya gerekli önlem ve özeni yerine getirmemesinden kaynaklanmaktadır.[6] İşverenin kusuru bulunmadığı takdirde sorumluluktan kurtulabilir.[7] Bu hususta kusur tespiti bu nedenle oldukça önemlidir. Maddenin devamında “İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır.” denilmiştir. Olayın meydana gelmesinde işçinin kusuru ya da bir ölçüde kaçınılmazlık hali söz konusu olduğunda, işveren kusuru oranında rücuen tazminattan sorumlu olur.
Kanunun 21. maddesine göre, rücu sınırı tayin edilirken kusur sorumluluğu ve illiyet bağı gündeme gelecektir. İlliyet bağı (nedensellik) da illiyet bağı kalkarsa kişi meydana gelen zarardan sorumlu sayılamaz. İlliyet bağı, mücbir sebep (tam kaçınılmazlık) ve sigortalının (işçinin) kendi kusuru ile kesilebilir.
Sosyal Güvenlik Kurumunun rücu hakkı, Kanunun md. 21/son fıkrası ile de sınırlanmıştır. İlgili hükme göre “İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık; kamu görevlileri, er ve erbaşlar ile kamu idareleri tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan gelirler için kurumuna veya ilgililere rücû edilmez.” denmektedir.
Sosyal devlet ilkesinin bir sonucu olarak Maddenin devam cümlesinde “Ayrıca iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde, bu Kanun uyarınca hak sahiplerine bağlanacak gelir ve verilecek ödenekler için, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kusuru bulunan hak sahiplerine veya iş kazası sonucu ölen kusurlu sigortalının hak sahiplerine, Kurumca rücû edilmez.” denilerek, ölümle sonuçlanan iş kazası ve meslek hastalıklarında hak sahiplerine kurumun zararını rücu edemeyeceğini söylemiştir.
İlliyet bağı mücbir sebep ile kesilebilir. Bunun sosyal güvenlik hukukundaki bir örneği ise tam kaçınılmazlık hali olup bu durumda ortada bir kimsenin sebep olduğu bir kusur söz konusu olmadığından kurumun rücu edebileceği kimse bulunmamaktadır. Bu nedenle işvereni tam kaçınılmazlıktan sorumlu tutmak mümkün değildir. Kısmi kaçınılmazlık halinde ise sorumluluk yukarıda kapsam kısmında anlatıldığı gibi kusuru oranında gündeme gelecektir.
Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği md. 45/3’te “İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır. Kaçınılmazlık, olayın meydana geldiği tarihte geçerli bilimsel ve teknik kurallar gereğince alınacak tüm önlemlere rağmen, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesi durumudur. İşveren alınması gerekli herhangi bir önlemi almamış ise olayın kaçınılmazlığından söz edilemez.” şeklinde açıklanmıştır.
İlliyet bağının kesileceği bir diğer hal ise işçinin kendi kusuruyla zarara sebep olmasıdır. Bu durumda kusur ve oranının tespit edilmesi oldukça önemlidir. Zira işçinin zararın doğumunda veya artmasında etkisi var ise (müterafik kusur) işveren veya üçüncü kişi bu oranla sorumlu tutulamayacak, yani kendisine rücu edilemeyecektir. Aynı şekilde kaçınılmazlık halinde de müterafık kusur söz konusu olabilir.
İşverenin özel olarak düzenlenmiş sorumluluk hali ise md. 23’te düzenlenmiş olup, sigortalı çalıştırmaya başlandığının süresi içinde sigortalı işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirilmemesi halidir. Maddenin 2. fıkrasında “Ayriyeten, yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, Kurumca yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri tutarı, 21. maddenin birinci fıkrasında yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın, işverene ayrıca ödettirilir” denilerek işverenin sorumluluğunun kusuru oranıyla sınırlı olmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere işverenin rücu bakımından sorumluluğu md.21 ve md.23 olmak üzere iki şekildedir. Bunlardan ilki kusur sorumluluğu iken diğeri kusursuz sorumluluk olarak kabul edilmektedir.[8]
Üçüncü kişinin sorumluluğu da gene bir kusur sorumluluğu olup, 21. maddenin 4. fıkrasında düzenlenmiştir. İlgili hükme göre “İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse…’’ denilerek, üçüncü kişiye de rücu edilebileceği hüküm altına alınmıştır. Maddenin devamında üçüncü kişinin sorumluğu, işverenin sorumluluğunun aksine “bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısından” kusuru oranıyla sınırlanmıştır.[9]
2. Rücuda Parasal Sınır Sorunu
Rücu konusunda yıllardan beri en çok tartışma konusu olmuş mesele rücuda parasal sınır sorunudur. Nitekim kurumun rücu hakkını kullanırken bir sınırının olmaması sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmamakta olup, bu konu oldukça eleştirilmiştir. Mevzuatta ve içtihatlarda konunun çözümünde kullanılan başlıca kavramlar iç tavan ve dış tavan yöntemleridir.
İş kazası ve meslek hastalığı işverenin kastı veya kusuru ile meydana gelmişse, kurumca ilgililere yapılan ödemeler ile gelir bağlanmışsa bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri, istenebilecek tutarla sınırlı olmak üzere işverene rücu edilebilir. İstenebilecek tutar hesap edilirken ilk peşin sermaye tutarına iç tavan, ilgililerin işverenden isteyebilecekleri tutara ise dış tavan adı verilir. Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi, bu hesaplama sonucunda düşük (az) olan tutar işverene rücu ettirilir.[10]
Gerçek zarar hesabı yapılırken, tazminat hukukunun genel esasları dikkate alınmalıdır. Gene Yargıtay’ın belirtilen kararına göre “Gerçek zararın belirlenmesinde, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan sigortalının net geliri, kalan ömür süresi, iş görebilirlik çağı, iş göremezlik derecesi, kusur ve destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı gibi tüm veriler ortaya konulmalıdır.”[11]
Yasanın işverenin sorumluluğunu düzenleyen 21/1. fıkrasına göre sorumlu işverenden istenebilecek miktar “ilk peşin değerin kusura karşılık gelen tutarı kadar”
Sorumlu üçüncü kişiden istenebilecek tutar ise 21/4. fıkrasına göre, bağlanan gelirlerin “ilk peşin değerin yarısının kusura karşılık gelen tutarı kadardır.”
23/2. fıkrasına göre, sigorta bildirimi süresinde yapılmayan sigortalıların geçirdiği iş kazalarında ise “Kurumca yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile gelir bağlanırsa bu gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri tutarı, 21 inci maddenin birinci fıkrasında yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir.”
3. İşverenin ve Üçüncü Kişinin Müteselsil Sorumluluğu
TBK’nın 61 ve 62. maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk, kısaca birden çok kişinin bir borçtan birlikte sorumluluğu anlamına gelmektedir. Sosyal güvenlik hukukunda ise müteselsil sorumluluk iki şekilde ortaya çıkmaktadır: bunlardan ilki, Kanun m.12 hükmüne göre asıl işveren-alt işverenin (yahut işveren vekilinin) kuruma karşı birlikte sorumluluğu, diğer hal ise işveren ile üçüncü kişinin kuruma karşı birlikte sorumluluğudur.[12]
4. Rücu Alacaklarında Zamanaşımı
Rücu alacaklarında zaman aşımı kanunun 93/3. maddesinde düzenlemiştir. Buna göre, Bu Kanuna dayanılarak Kurumca açılacak tazminat ve rücu davaları, on yıllık zamanaşımına tabidir. Zamanaşımı tarihi; rücu konusu gelir ve aylıklar bakımından Kurum onay tarihinden, masraf ve ödemeler için ise masraf veya ödeme tarihinden itibaren başlar.
5. Mali Mesuliyet Sigortası
Ticaret hayatında işverenlerin işyerinde veya işi ile ilgili işlemlerinde gerek çalışanlarına gerekse diğer üçüncü kişilere karşı birçok sorumluluğu bulunmaktadır. Yukarıda görüldüğü gibi SGK’nın rücu davaları da bu kapsama dahil olabilmektedir. Tam bu noktada İşveren Mali Mesuliyet Sigortası ve Üçüncü Şahıs Mali Mesuliyet sigortası devreye girmektedir. Söz konusu sigortalar, işveren ve diğer üçüncü kişilerin bu rizikolarını sigorta kapsamına almaktadır.
Mali Mesuliyet Sigortası hakkında bültenimizde daha geniş bilgiye sahip olabilirsiniz.
Konu ile ilgili herhangi bir soru veya sorununuz olması halinde bizimle irtibat kurmanızı rica ederiz.
Saygılarımızla,
Av. Gözde CANTÜRK Stj. Öğr. Yakup Emre ÜLPEREN
Dava Departmanı Dava Departmanı
[1] İzmir BAM. 10. HD. 2017/438 E. ve 2017/1276 K. “İş kazası ve meslek hastalığı sonucu oluşan zarar nedeniyle açılan rücu davaları, salt Kurum malvarlığında oluşan eksilmenin giderilmesi amacına yönelik olmayıp, işverenler yönünden işçiyi gözetme borcunun eksiksiz olarak yerine getirilmesini sağlamak, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki kuralların uygulanması konusundaki duyarlığı artırarak, bu alandaki olumsuzlukların önlenmesi ve devletin sosyal güvenlik alanındaki anayasal yükümlülüklerini gerçekleştirme amacına yönelik davalar olarak ortaya çıkmakta olup...”
[2] AYM 2003/10 E. ve 2006/106 K.
[3] Yargıtay, genel olarak SGK’nın rücu hakkının halefiyet hukuksal temeline dayandığını kabul etmektedir. Yargıtay 10. HD. 2012/19635 E. ve 2013/11653 K. [Çalışma ve Toplum – Sayı 41]
[4] Kanunda düzenlenen diğer (özel) rücu halleri şunlardır: süresinde bildirilmeyen sigortalılıktan dolayı işverenin sorumluluğu (SSGSSK md. 23), iş kazasının kanunda belirtilen sürede işveren tarafından kuruma bildirilmemesi halinde iş verenin sorumluluğu (m. 21/2), ), meslek hastalığının kanunda belirtilen sürede işveren tarafından kuruma bildirilmemesi halinde iş verenin sorumluluğu (m. 14/4), sigortalının sağlık raporu alınmadan veya bünyece elverişli olmadığı işte çalıştırılmasından dolayı işverenin sorumluluğu (m. 21/3), uzun dönem sigorta kolları bakımından üçüncü kişilerin sorumluluğu (m. 39), işverenin, genel sağlık sigortalısının ve üçüncü kişilerin sağlık yardımlarından sorumluluğu (md. 76)
[5] Yargıtay 10. HD.2021/1618 E. ve 2021/12418 K “İş kazasının oluşumuna etken kusur oranlarının saptanmasına yönelik incelemede; ihlal edilen mevzuat hükümleri, zararlı sonuçların önlenmesi için koşulların taraflara yüklediği özen ve dikkat yükümüne aykırı davranışın doğurduğu sonuçlar, ayrıntılı olarak irdelenip, kusur aidiyet ve oranları gerekçeleriyle ortaya konulmalıdır.”
[6] Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği md.45 (1) İş kazası veya meslek hastalığı, işverenin kastı sonucunda meydana gelmişse işveren Kuruma karşı sorumlu hâle gelir. Kasıt; iş kazası veya meslek hastalığına, işverenin bilerek ve isteyerek, hukuka aykırı eylemiyle neden olması hâlidir. İşverenin eylemi hukuka aykırı olmamakla birlikte, yaptığı hareketin hukuka aykırı sonuç doğurabileceğini bilmesi, ihmali veya ağır ihmali sorumluluğunu kaldırmaz.
(2) İş kazası veya meslek hastalığı işverenin, sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi sonucunda oluşmuşsa işvereni Kuruma karşı sorumlu hâle getirir.
[7] Yargıtay 10. H.D. 2018/3404 E ve 2019/9916 K. sayılı kararında, kurum sigortalısı işçi ve işverenin kusursuz, kırmızı ışıkta geçen karşı taraf sürücüsünün %100 kusurlu olduğunun tespit edildiği trafik kazasından dolayı kurum zararının giderilmesi için SGK tarafından açılan davada, davalı işveren yönünden davanın reddine karar verilmiş, diğer davalı ve %100 kusurlu bulunan karşı taraf sürücüsünden kurum zararının tahsiline karar verilmiş, yine bu kararda davalı sigorta şirketi ise kurum zararından ZMMS poliçesi kapsamında poliçe limitiyle sınırlı olarak sorumlu tutulmuştur.
[8] Orhan Ersun Civan, İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Rücu Davalarında Sosyal Güvenlik Kurumu Karşısında Sorumluluğun Kapsamı ve Müteselsil Sorumluluk, Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 64(4) 2015, ss. 1018-1029
[9] Ali Nazım Sözer; Türk Sosyal Sigortalar Hukuku, İstanbul 2013, s.175
[10] Yargıtay 10. HD. 2019/2381 E. ve 2019/4326 K.
[11] Maddi tazminat hesabı hakkında bkz: Yargıtay 10. HD. 2020/6760 E. ve 2020/4617 K. “Maddi tazminat hesabı sigortalının/desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır. Başka bir anlatımla, sigortalının/desteğin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise; yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde, 60 yaşından sonra da bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı, hesaba esas alınacak gerçek ücretin ise; sigortalının imzasını taşıyan bordrolara yansıyan ücreti olduğu, bu tarzda belgenin bulunmaması halinde ise sigortalının/desteğin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücretin sigortalının sendikalı olup olmadığı da dikkate alınarak sendikalardan, aksi durumda ise emsal ücret araştırması ile tespit edileceği, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş sigortanın imzasını taşımayan belgelerin ücret olarak kabul edilemeyeceği Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir.”[11]
İşveren-alt işveren ilişkisinin muvazaalı olması durumunda ortaya çıkabilecek sorunlar ve konu hakkında daha detaylı bilgi için; Civan, s. 1047 vd.